Günah: İnsanlığın Evrensel Hastalığı ve İlahi Çözüm
Varlığımızın derinliklerinde taşıdığımız, doğuştan gelen ve hayatımızın sonuna dek bizimle kalan bir durum hayal edin. Modern tıbbın çare bulamadığı, semptomları bazen bir kişilik özelliği, bazen de bir bağımlılık olarak ortaya çıkan evrensel bir hastalık. Bu, Kutsal Kitap’ın “günah” olarak adlandırdığı durumun ta kendisidir. Tıpkı kronik bir rahatsızlık gibi, onunla yaşarız ve etkileri hayatımızın her alanına yayılır. Yeremya Peygamber’in binlerce yıl önce ifade ettiği gibi, “Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez” (Yeremya 17:9). Bu makale, günahın doğasını bir hastalık metaforu üzerinden inceleyerek, Kutsal Kitap’ın bu evrensel soruna sunduğu ilahi çözümü açıklamayı amaçlamaktadır.
Hastalığın Belirtileri: Yüzeysel ve Derin
Günah hastalığının belirtileri çeşitlidir. Alkolizm gibi bir bağımlılık, bu hastalığın en görünür ve yıkıcı semptomlarından biri olabilir. Ancak sorun, yalnızca alkol veya başka bir madde değildir. Bağımlılıklar, genellikle daha derindeki bir problemin, yani günahlı doğanın dışavurumudur. Bu doğanın temel özellikleri benmerkezcilik, bencillik, kendine acıma, alınganlık ve başkalarını kontrol etme arzusudur. Bu “belirtiler”, belirli bir madde kullanılmasa bile varlığını sürdürür. Bu nedenle, sorunu sadece fiziksel bir “bağımlılık hastalığı” olarak tanımlamak, resmi eksik görmektir. Başka hangi fiziksel hastalık, hastanın kişilik özelliklerinin acımasızca analiz edilmesiyle tedavi edilmeye çalışılır? Bir diyabet hastasına “diyabetik düşünce yapısından” kurtulması gerektiğini söylemeyiz. Bu durum, problemin kökeninin ruhsal olduğunu gösterir.
Bu ruhsal hastalık, yaşamış en büyük Hristiyan düşünürlerden biri olan Elçi Pavlus tarafından da derinden tecrübe edilmiştir. Pavlus, hizmetle dolu bir ömür sürdükten sonra bile kendini “günahkârların en kötüsü” olarak tanımlamıştır (1. Timoteos 1:15). Onun Romalılara yazdığı mektubun 7. bölümündeki şu sözleri, her insanın içsel mücadelesinin edebi bir özeti gibidir:
“Ne yaptığımı anlamıyorum. Çünkü istediğimi yapmıyorum; nefret ettiğim ne ise, onu yapıyorum… İçimde iyiyi yapmaya istek var ama güç yok. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum… Ben iyi olanı yapmak isterken, karşımda hep kötülük vardır.” (Romalılar 7:15, 18-20)
Pavlus’un bu çığlığı, günahın sadece belirli eylemlerden ibaret olmadığını, varlığımızın derinliklerine işlemiş bir eğilim, bir “yasa” olduğunu ortaya koyar.
İlahi Tedavi: Aklanma ve Kutsallaşma
Peki, bu iyileşmez denilen hastalığın bir tedavisi var mıdır? Müjde’nin (İyi Haber) getirdiği cevap, standart tedavi yöntemlerinden kökten farklıdır. Tedavi, hastalığın varlığını bir anda yok ederek değil, onun suçlu kılan gücünü ortadan kaldırarak başlar. Teolojik olarak bu iki aşamalı bir süreçtir: aklanma ve kutsallaşma.
- Aklanma (Justification): Bu, tedavinin ilk ve en önemli adımıdır. Müjde, gramer diliyle anlatılacak olursa, emir kipinden önce haber kipini sunar. Yani, Tanrı bize “şöyle yaşa, böyle yap” demeden önce, “senin için bu yapıldı” der. Aklanma, İsa Mesih’in kefareti sayesinde, iman eden kişinin Tanrı tarafından suçsuz ve aklanmış ilan edilmesidir. Bu, bizim çabalarımızın bir sonucu değil, tamamen Tanrı’nın lütfunun bir armağanıdır. Günahlarımızın bizi yendiği anlarda bile sığınabileceğimiz umut budur: “Günahlar beni yenmekteler; isyanlarımız ise – onları sen bağışlarsın.” (Mezmur 65:3). Tanrı’dan başka hiç kimse günahları bağışlayamaz ve bu bağışlanma, kutsal bir yaşam sürme çabasının ön koşuludur.
- Kutsallaşma (Sanctification): Aklanma anlık bir olayken, kutsallaşma bir ömür boyu süren bir süreçtir. Tanrı, iman ettiğimizde bizi aklayarak günahın köleliğinden kurtarır, ancak günahın varlığı bu dünyada sona ermez. Kutsallaşma, Kutsal Ruh’un yardımıyla, Tanrı’nın karakterine daha fazla benzemek için verilen sürekli bir mücadeledir. Bu süreçte “nüksetmeler”, yani başarısızlıklar ve düşüşler yaşanır. Ancak bu düşüşler, aklanma gerçeğini ortadan kaldırmaz. Aksine, bizi Tanrı’nın lütfuna daha da bağımlı hale getirir. Çabalarımız, Tanrı’nın sevgisini kazanmak için değil, O’nun tarafından zaten sevildiğimiz ve kabul edildiğimiz için mümkün olur.
Sonuç: Lütufla Yaşayan Bir Günahkâr
Sonuç olarak, “Ben bir günahkârım” ifadesi, bir umutsuzluk çığlığı değil, derin bir teolojik gerçeğin ve kurtuluşun başlangıç noktasının kabulüdür. Bu, insanın kendi gücüyle bu ruhsal hastalığı yenemeyeceğini itiraf etmesidir. Ancak bu teşhis, nihai bir karar değildir. Müjde, bu evrensel hastalığın ilahi bir çözümü olduğunu ilan eder.
Bu çözüm, kendimizi geliştirmemiz veya daha çok çabalamamız değildir. Çözüm, İsa Mesih’in bizim için yaptıklarıdır. Bu nedenle bir Hristiyan’ın kimliği en güzel şu şekilde özetlenebilir: Ben, lütufla kurtulmuş, lütufla kurtulmakta olan ve lütufla tamamen kurtarılacak olan bir günahkârım. Geçmişimiz aklanmayla güvence altına alınmış, bugünümüz kutsallaşma süreciyle şekillenmekte ve geleceğimiz Tanrı’nın vaatleriyle sonsuz bir umut taşımaktadır.