İki Doğa Arasındaki Savaş: Benlik ve Ruh’un Mücadelesi
Hristiyan yaşamı, dışarıdan bakıldığında sıklıkla yanlış anlaşılan bir yolculuktur. Oysa bu yolculuğun kalbinde, her imanlının tecrübe ettiği derin ve sürekli bir mücadele yatar: kendi doğamız ile Tanrı’nın Ruhu arasındaki savaş. Bu, trafikte aniden parlayan bir öfke anında ya da haksızlığa uğradığımızda kalbimizde beliren o sıkışma hissinde kendini gösteren somut bir gerçektir. Elçi Pavlus, bu evrensel deneyimi Galatyalılara yazdığı mektupta teolojik bir çerçeveye oturtur: “Çünkü benlik Ruh’a, Ruh da benliğe aykırı olanı arzular. Bunlar birbirine karşıttır; sonuç olarak, istediğinizi yapamıyorsunuz.” (Galatyalılar 5:17). Bu makale, bu içsel savaşın doğasını, ayartılmanın işleyişini ve bu mücadelede Tanrı’nın lütfuyla nasıl zafere ulaşılabileceğini incelemeyi amaçlamaktadır.
Bir Karşılaşma Anı: Affetmenin İmkansızlığı ve İlâhi Güç
Bu savaşın ne kadar çetin olabileceğini gösteren en çarpıcı örneklerden biri, II. Dünya Savaşı sırasında Ravensbrück toplama kampından sağ kurtulan Corrie ten Boom’un hayat hikayesidir. Savaş sonrası yıllarda, Tanrı’nın affediciliği üzerine konuştuğu bir kilisede, karşısında korkunç bir yüz belirir: kız kardeşi Betsie’nin ölümüne tanıklık ettiği o kamptaki en zalim gardiyanlardan biri. Adam, artık bir Hristiyan olduğunu söyleyerek Corrie’den af diler ve elini uzatır.
Corrie ten Boom, o anı, benliğin ve Ruh’un savaşının en keskin yaşandığı an olarak tanımlar. Benliği, haklı bir nefretle donmuşken, imanı ona affetmesi gerektiğini hatırlatır. Kendi gücüyle bunu yapamayacağını anladığında, sessizce “İsa, onu affedemiyorum. Bana Kendi affediciliğini ver” diye dua eder. O an, iradesini kullanarak, hislerine rağmen elini uzattığında, kendi içinden gelmeyen, ilahi bir sevgi ve sıcaklığın tüm varlığını kapladığını hisseder ve gardiyanı tüm kalbiyle affedebilir. Bu güçlü tanıklık, zaferin kendi insani kapasitemizde değil, Kutsal Ruh’un gücüne teslimiyette yattığını gösterir.
Ayartılmanın Anatomisi: Arzudan Ölüme Giden Yol
Peki, bu savaşta nasıl tuzağa düşeriz? Yakup’un Mektubu, bu süreci adeta bir projektör gibi aydınlatır: “Herkes kendi arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır.” (Yakup 1:14). Süreç, Tanrı’dan gelen bir sınavla değil, kendi içimizdeki bir arzuyla başlar. Örneğin, bir iş arkadaşı hakkında duyulan masum görünümlü bir dedikodu, benliğimizin onu başkasına anlatma arzusuyla birleştiğinde ayartıya dönüşür. Bu arzuya “evet” dediğimizde, Yakup’un ifadesiyle “arzu gebe kalır ve günahı doğurur.” Sonuç ise kırılan ilişkiler ve ruhsal ölümdür.
Teolog C.S. Lewis’in de belirttiği gibi, yaptığımız her seçim, bizi şekillendirir. O “küçük” gibi görünen tavizler, karakterimizi zamanla ya Tanrı’ya benzeyen ya da O’ndan uzaklaşan bir yapıya dönüştürür. Her seçim, benliğimizi besleyen veya Ruh’un yönetimini güçlendiren bir adımdır.
Müjde’nin Kalbi: Bedeli Ödenmiş Bir Lütuf
Bu tablo, insanı bir umutsuzluğa sürükleyebilir. Ancak Hristiyanlık müjdesinin en harika haberi tam da bu noktada devreye girer: Çözüm bizde değil, İsa Mesih’tedir. 1. Yuhanna 1:9, “Ama günahlarımızı itiraf edersek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır” der.
Burada kilit bir soru ortaya çıkar: Tanrı, doğası gereği adil ise, günahkâr olan bizi nasıl olur da affedebilir? Adalet, suçun cezasının ödenmesini gerektirmez mi? Evet, gerektirir. Müjde’nin kalbi de budur: Bedel ödenmiştir. Tanrı’nın bizi affetmesi, günahı görmezden geldiği anlamına gelmez. Bu affediş, O’na en değerli varlığına, Oğlu İsa Mesih’in canına mal olmuştur. İsa Mesih, bizim hak ettiğimiz yargıyı ve Tanrı’dan ayrılığı çarmıhta Kendi üzerine almıştır. Böylece Tanrı, günahın bedeli İsa’da tam olarak ödendiği için, bizi affettiğinde hem “adil” kalır hem de bizi “aklayan” olur.
Zafere Giden Yol: Her Zaman Bir “Çıkış Kapısı” Vardır
Tanrı’nın lütfu, yalnızca geçmiş günahlarımızı temizlemekle kalmaz, aynı zamanda gelecekteki ayartılmalara karşı bizi güçlendirir. Pavlus, bu konuda bize eşsiz bir güvence verir: “Tanrı güvenilirdir, gücünüzü aşan biçimde denenmenize izin vermez. Dayanabilmeniz için denemeyle birlikte çıkış yolunu da sağlayacaktır.” (1. Korintliler 10:13).
Bu ayet iki önemli gerçeği vurgular: Birincisi, mücadelelerimizde yalnız değiliz. İkincisi, her ayartılma anında, Tanrı tarafından sağlanan bir “çıkış kapısı” mutlaka vardır. Bu kapı, internette karşımıza çıkan uygunsuz bir içeriği kapatmak için farenin imlecini götürdüğümüz o küçük “X” işareti olabilir. Öfkemizi körükleyen bir tartışmadan uzaklaşmak için attığımız bir adım olabilir. Ya da telefonu kapatıp Kutsal Kitap’ı açmak olabilir. Görevimiz, Kutsal Ruh’un yardımıyla o kapıyı fark etmek ve onu kullanma iradesini göstermektir.
Teolog Dietrich Bonhoeffer’in söylediği gibi, Tanrı’nın bir kişiyi çağırması, ona “gelip ölmesini” emretmesidir. Bu, fiziksel bir ölüm değil, her gün kendi benliğimize, eski doğamızın arzu ve isteklerine ölme çağrısıdır. Her “çıkış kapısını” kullandığımızda, aslında benliğimize “hayır” derken, Mesih’teki yeni yaşama “evet” demiş oluruz.
Sonuç
İman hayatı, zorluklarla ve mücadelelerle dolu, tırmanılması gereken bir yoldur. Ancak bu yolda yalnız değiliz. Kutsal Yazıların rehberliği, Corrie ten Boom gibi iman kahramanlarının tanıklıkları ve en önemlisi, içimizde yaşayan Kutsal Ruh’un tükenmez gücü bize eşlik etmektedir. Mücadele gerçektir, fakat Mesih’te vaat edilen zafer daha da gerçektir. Bu nedenle, karşılaştığımız her ayartılma anında kendimize sormamız gereken soru şudur: “Tanrı’nın şu an bana gösterdiği çıkış kapısı nedir?” O kapıyı görmek ve onu kullanmak, bizi benliğin esaretinden Ruh’un özgürlüğüne taşıyan adımdır.