İşimiz, İbadetimiz: Kutsal ve Seküler Ayrımını Yıkmak
Modern yaşamın en büyük zorluklarından biri, hayatımızı özenle ayırdığımız kutucuklarda yaşamaktır. Bir yanda Pazar sabahları Tanrı’ya ayırdığımız “kutsal” zaman dilimi, diğer yanda ise Pazartesi’den Cuma’ya kadar süren, hayatın gerçekleriyle boğuştuğumuz “seküler” veya “dünyevi” olarak etiketlediğimiz koşuşturmaca. Çoğumuzun zihninde bu iki dünya arasında derin bir uçurum var. Sanki kilisenin kapısından içeri adım attığımızda ruhsal bir kimliğe bürünüyor, iş yerinin kapısından girdiğimizde ise bu kimliği bir askıya asıp bambaşka bir role geçiyoruz.
Bu bölünmüşlük, pek çok imanlının zihninde şu sancılı soruyu doğurur: “Yaptığım bu sıradan işin Tanrı katında bir değeri var mı? Gerçekten Tanrı’ya hizmet etmek için her şeyi bırakıp ‘tam zamanlı’ bir ruhsal göreve mi atılmalıyım?” Bu düşünce, gündelik mesleklerimizi Tanrı’nın krallığında ikinci sınıf bir vatandaşlık olarak görmemize ve potansiyelimizi tam olarak kullanmamıza engel olan bir prangaya dönüşebilir. Oysa Kutsal Kitap’ın bu konuda sunduğu bakış açısı, bu yapay duvarları yıkan devrimsel bir gerçeği barındırır.
Eski Antlaşma’nın Gölgesi ve Yeni Antlaşma’nın Gerçeği
Bu konuyu anlamak için Eski ve Yeni Antlaşma arasındaki temel bir değişimi kavramak gerekir. Tanrı, Eski Antlaşma döneminde İsrail halkını eğitirken, onlara kutsallık kavramını somut örneklerle öğretti. Bu dönemde “temiz” ve “kirli” yiyecekler, “kutsal” ve “sıradan” günler (Şabat günü gibi), kutsal mekanlar (Tapınak) ve özel ruhsal görevler (kâhinlik) arasında net ayrımlar vardı. Bu, Tanrı’nın Kutsallığını anlamaları için insanlığın çocukluk dönemine verilmiş bir tür “ilkokul eğitimiydi.”
Ancak Mesih İsa’nın gelişiyle birlikte bu gölgeler yerini gerçeğin kendisine bıraktı. Mesih, kendisiyle temas eden her şeyi kutsal kılan bir güce sahipti. Örneğin, Eski Yasa’ya göre bir cüzzamlıya dokunan kişi kirli sayılırdı. Fakat İsa bir cüzzamlıya dokunduğunda, İsa kirlenmedi; aksine cüzzamlı temizlendi. Bu, Yeni Antlaşma’nın temel dinamiğidir: Bayağı olan, Mesih’te kutsal olur.
Bu devrimsel değişimle birlikte, eski ayrımlar anlamını yitirdi:
- Mekânlar: Artık Tanrı’ya tapınmak için kutsal bir dağa veya belirli bir şehre ihtiyaç yoktur; çünkü imanlının bedeni Kutsal Ruh’un tapınağı haline gelmiştir.
- Görevler: Artık ayrıcalıklı bir ruhban sınıfı yoktur; çünkü Mesih’e iman eden herkes “kâhinler topluluğunun” bir üyesidir.
- Zamanlar ve Yiyecekler: Artık kutsal günler veya temiz yiyecekler ayrımı kalmamıştır; çünkü Tanrı’nın yarattığı her şey iyidir ve her an O’na aittir.
Elçi Pavlus’un da vurguladığı gibi, “Her ne yaparsanız, Rab İsa’nın adıyla yapın” (Koloseliler 3:17). Bu “her ne” ifadesi, bir şirketi yönetmekten yerleri silmeye, bir hastayı tedavi etmekten bir bilgisayar programı yazmaya kadar hayatın tüm alanlarını kapsar. Artık iki efendi yoktur. Dünyasal işverenimiz aracılığıyla bile aslında tek bir Efendi’ye, yani her şeyin sahibi olan Tanrı’ya hizmet ederiz.
Modern Babil’de Bir Hizmetkâr: Daniel Örneği
Kutsal Kitap’ta bu ilkenin en canlı örneklerinden biri Daniel’in yaşamıdır. Daniel, Tanrı’ya adanmış bir yaşam sürmesine rağmen, kariyerini putperest bir imparatorluk olan Babil’in yönetiminde bir devlet memuru olarak geçirdi. Onun bu göreve gelişi, gökten gelen dramatik bir çağrıyla değil, ülkesinin işgal edilmesi gibi tamamen dünyevi koşulların bir sonucu olarak gerçekleşti. Tıpkı birçoğumuzun mevcut işlerimize hayatın doğal akışı içinde başlaması gibi.
Ancak Daniel, bu “seküler” işini Tanrı’ya hizmet etmekten ayrı görmedi. O, en verimli saatlerini Babil krallığına hizmet ederek geçirirken, aynı zamanda “sürekli kulluk ettiği” Tanrı’sına sadakatini de bir an bile bırakmadı. Hatta putperest kral bile onun bu bölünmemiş adanmışlığını fark etmiş ve takdir etmiştir. Daniel’in hayatı, Tanrı’nın bizi tam da bulunduğumuz o “dünyevi” iş yerinde, yani modern Babil’de, O’nun tuz ve ışığı olmamız için görevlendirdiğinin güçlü bir kanıtıdır.
Çalışma Hayatı: Bir Arınma ve Tanıklık Sahası
Peki, Tanrı neden bizi bu “dünyevi” ortamlarda tutar? Sadece para kazanmamız ve bir şekilde hayatta kalmamız için mi? Kutsal Yazılar, bunun çok daha derin bir amacı olduğunu gösterir.
İş hayatı, Tanrı’nın karakterimizi şekillendirdiği, bizi arındırdığı bir potadır. Karşılaştığımız zorluklar, haksızlıklar, takdir edilmeme anları veya ahlaki ikilemler, kendi benliğimizi bir kenara bırakıp Mesih’in karakterini kuşanmamız için birer fırsattır. Kırık bir toprak kabın içindeki ışığın daha parlak görünmesi gibi, Tanrı da kendi benliğimizin kırıldığı anlarda Mesih’in yaşamının bizden dışarıya daha güçlü bir şekilde yansımasını sağlar.
Bu dönüşmüş yaşam, aynı zamanda en etkili tanıklığımız haline gelir. Sürekli olarak dini söylemlerde bulunmaktan ziyade, işini dürüstçe yapan, otoriteye saygı duyan, kriz anlarında sükûnetini koruyan ve etrafındakilere sevgiyle hizmet eden bir imanlının yaşamı, herhangi bir vaazdan çok daha güçlü bir mesaj verir. İnsanlar, Mesih’in sevgisini önce yaşamlarımızda gördüklerinde, sözlerimizi dinlemeye daha açık hale gelirler.
Sonuç: Bütünleşik Bir Yaşam Vizyonu
Sonuç olarak, Pazar sabahı yaşadığımız ruhsallık ile hafta içi ofiste veya atölyede yaşadığımız hayat arasında bir ayrım olması gerektiği düşüncesi, Kutsal Kitap’ın bize sunduğu bir gerçeklik değildir. Bu, bizim zihnimizde inşa ettiğimiz, Tanrı’nın Mesih’te yıktığı bir duvardır. Tanrı, bizden hayatlarımızı “kutsal” ve “seküler” olarak ikiye bölmemizi değil, tam aksine bütün bir yaşamı O’na adanmış bir ibadet olarak görmemizi istiyor.
Yaptığımız iş, ne kadar sıradan veya “dünyevi” görünürse görünsün, Tanrı’nın gözünde değerlidir. O, bir çiftçinin, bir mühendisin, bir öğretmenin veya bir temizlik görevlisinin emeğini, bir vaizin hizmetinden daha az “ruhsal” olarak görmez. Önemli olan, işi kimin için ve hangi motivasyonla yaptığımızdır. İşimiz, Tanrı’nın dünyayı idare etme ve sürdürme işine katıldığımız, karakterimizin şekillendiği ve Mesih’in ışığını yansıttığımız kutsal bir alandır. Bu yeni vizyonu kuşandığımızda, işimiz bir yük olmaktan çıkar ve bir ibadete dönüşür.