İlahi Lütfun Çağrısı: Kaybolan Oğul Benzetmesi Üzerine Bir Bakış
Luka İncili’nin 15. bölümünde yer alan ve genellikle “Kaybolan Oğul Benzetmesi” olarak bilinen hikaye, Hristiyan teolojisinin ve insan doğasının en derin yönlerini ele alan başyapıtlardan biridir. Bu benzetme, göksel Baba’nın tövbekar bir günahkarı karşılama sevincini betimlerken, yalnızca bir oğlun kaybını ve geri dönüşünü değil, aynı zamanda diğer oğlun tepkisini ve babanın her iki oğluna yönelik sevgisini de gözler önüne sermektedir.
Makalede, bu hikayenin ana temaları, babanın sergilediği koşulsuz lütuf, ağabeyin tepkisinde açığa çıkan kendini beğenmişlik ve İsa Mesih’in benzetmedeki nihai rolü analiz edilecektir.
1. Babanın Karşılayışının Lütfu
Hikayenin ilk kısmı, babasının mal varlığından düşen payı küstahça talep eden genç oğul ile başlar. Bu istek, döneminin Yahudi yasaları ve toplumsal adetleri göz önüne alındığında oldukça kaba ve sıra dışıdır; babanın vefatından önce miras talebinde bulunmak, ona karşı büyük bir saygısızlık olarak algılanırdı. Ancak baba, şaşırtıcı bir şekilde oğlunun bu talebini yerine getirerek, henüz ölmeden varlığını bölüştürür. Bu edim, babanın anormal derecede cömert ve sabırlı bir kişiliğe sahip olduğunu ilk bakışta ortaya koyar.
Genç oğul, elde ettiği özgürlük ve parayla evden ayrılır, kendi yoluna gider ve kısa sürede her şeyi lüks bir yaşam tarzıyla harcar. Yoksulluğa düşer, hatta Yahudi bir kişi için en aşağılayıcı işlerden biri olan domuz çobanlığı yapmak zorunda kalır ve açlıkla mücadele eder. Bu çaresizlik anında, babasının evindeki işçilerin bile bolluk içinde yaşadığını düşünerek, pragmatik bir tövbe kararı alır ve bir oğul olarak değil, bir işçi olarak geri dönmeyi umarak yola çıkar.
Oğul daha yoldayken, baba onu uzaktan tanır, koşarak ona doğru gider, sarılır ve kucaklar. Oğlunun pişmanlık sözleri daha tamamlanmadan, baba en iyi kaftanı, yüzüğü ve çarıkları getirtir, ardından da bir ziyafet emreder. Bu anlık ve koşulsuz kabul, babanın bağışlamasının tamlığını ve oğluna statüsünü geri verme arzusunu sembolize eder. Baba, oğlunun geçmişteki hataları hakkında sorgulamada bulunmaz, aksine “ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu” diyerek derin bir sevinçle karşılar.
Bu eşsiz lütuf, Mahayana Budizmi’ndeki benzer bir hikayeyle kıyaslandığında daha da belirginleşir. Budist anlatıda, baba oğlunu yavaşça eğitir ve ona liyakat kazandırır; oysa İsa’nın benzetmesindeki baba, anında ve koşulsuz olarak affeder ve yüceltir. Bu durum, ilahi lütfun insan çabasına dayanmayan, tamamen ilahi inisiyatiften kaynaklanan doğasını vurgular. Eski Antlaşma’daki İbrahim, Yakup ve Davut gibi babaların evlatlarına duyduğu derin sevgi ve özellikle Rab’bin İsrail’e olan babalık sevgisi, ilahi babalık sevgisinin derinliğini ve kurtarıcı niteliğini daha iyi anlamamızı sağlar.
2. Babanın Karşılamasına Duyulan İhtiyaç: Ağabeyin Tepkisi
Benzetmenin ikinci kısmı, babanın sevincinden nefret eden ve lütfuna kızan ağabeyin tepkisine odaklanır. Tarladan döndüğünde verilen ziyafeti görünce öfkelenir ve girmeyi reddeder. Kardeşinin dönüşünü kutlamak yerine, onun azarlanmayı ve cezalandırılmayı hak ettiğini düşünür. Ağabeyin tepkisi, kıskançlık, kendini beğenmişlik ve adalet anlayışının çarpıklığıyla doludur.
Ağabey, babasına “Bak, bunca yıl senin için köle gibi çalıştım, hiçbir zaman buyruğundan çıkmadım. Ne var ki sen bana, arkadaşlarımla eğleneyim diye hiçbir zaman bir oğlak bile vermedin” diyerek, kendi doğruluğu ve fedakarlığı üzerinden hak iddia eder. Oysa, babası ona “oğlum, sen her zaman benim yanımdasın, neyim varsa senindir” diyerek, onun zaten tüm mirasa ve babasının sevgisine sahip olduğunu vurgular. Ağabeyin babasıyla olan ilişkisi, sevgiye dayalı bir bağdan ziyade, bir köle-efendi ilişkisi gibiydi; oysa küçük kardeş, fiziksel olarak babasından uzaklaşsa da, sonunda babasının evinin sıcaklığını ve bolluğunu özlemişti.
İsa, bu benzetmeyi, günahkarlarla birlikte yemek yediği için kendisini eleştiren Ferisilere ve yasa öğretmenlerine cevap olarak anlatmıştır. Ağabey, tıpkı Ferisilerin yaptığı gibi, günahkarlarla (kaybolan oğul) birlikte olmayı ve onların kurtuluşunu kutlamayı reddetmektedir. Bu bölüm, kendini haklı görenlerin, Tanrı’nın sınırsız lütfunu ve kurtarılmış günahkarlar üzerindeki sevincini nasıl gözden kaçırdığını ve ilahi daveti nasıl hor gördüğünü ortaya koyar.
3. İsa Mesih: Gerçek Ağabey ve Lütfun Kökeni
İsa, kaybolan koyun ve kaybolan para benzetmelerinde olduğu gibi, kaybolanı arayan ve bulan Çoban figürünü temsil eder. Ancak kaybolan oğul benzetmesinde, İsa doğrudan hikayenin içinde yer almaz, aksine kendisini eleştirenlere (Ferisilere) ağabeyin konumunu atfeder. Bu, dinleyicileri kendi iç muhasebelerini yapmaya teşvik eden güçlü bir retorik araçtır.
İsa, sadece tövbe eden günahkarları karşılamakla kalmaz, aynı zamanda bu karşılamanın bedelini ödeyen, şöleni sağlayan Kurtarıcı’dır. O, Babasının lütfunu tamamen anlar ve onu yaşar. Günahkarları aramak için gelmiştir; Zekeriya’yı incir ağacından aşağıya indirir, Samiriyeli kadınla konuşur ve çarmıhta yanında asılan suçluyu bağışlar.
İsa, Babanın ilk doğanı ve bizlerin ağabeyidir. Ağabeyin yapmadığı şekilde, bizi domuz ağılında bulmaya gelir, sarılır ve eve çağırır. O, sadece lütfu sunmakla kalmaz, aynı zamanda lütfun kendisi ve bizi şölene çağırdığı bedeninin ve kanının masasını verir. Bu, Hristiyan imanının merkezi olan çarmıhın, babanın lütfunu günaha karşı hoşgörüsüz bir Tanrı’nın kutsallığıyla birleştirdiğini gösterir; günahın bedeli ödenmelidir ve bu bedel İsa tarafından ödenmiştir. Bu sayede, Tanrı günahı affederken aynı zamanda kendi kutsallığını korur.
Sonuç
Kaybolan Oğul Benzetmesi, ilahi lütfun derinliğini, koşulsuz bağışlamayı ve kaybolan üzerindeki göksel sevinci açıkça ortaya koymaktadır. Bu benzetme, sadece kurtarılmaya ihtiyaç duyan günahkarı değil, aynı zamanda kendini doğru gören ve başkalarının kurtuluşuna kıskançlıkla bakanları da bir muhasebeye çağırmaktadır.
İsa’nın bu benzetmeyi anlatmasındaki amaç, sadece kurtuluşa ihtiyaç duyanlara umut vermek değil, aynı zamanda kurtarılmış olanlara da bir görev yüklemektir. Bir imanlı olarak, bizler de İsa’nın bizi bulduğu ve omuzlarında eve taşıdığı gibi, kaybolan günahkarları arama ve onlara sıcak bir karşılama sunma sorumluluğuna sahibiz. Sadece hoş karşılamakla yetinmeyip, Tanrı’nın sevgisini eyleme dökerek, tıpkı İsa’nın yaptığı gibi, onları bulmak için gayret göstermeliyiz.
Bu çağrı, İncil’in yayılması ve Tanrı’nın krallığının yeryüzünde genişlemesi için temel bir ilkedir. Çünkü sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımış değildir; zira Tanrı sevgidir.
Bu makale, Edmund Clowney‘in “Babanın Sıcak Karşılayışını Paylaşmak” isimli yazısından derlenerek hazırlanmıştır.