Hristiyan İnancına Dair Doğru Bilinen Yanlışlar
Anadolu, tarih boyunca sayısız medeniyete ve inanca beşiklik etmiş, zengin bir kültürel mirasın ev sahibidir. Bu mirasın en önemli parçalarından biri olan Hristiyanlık, kökleri bu topraklara derinden bağlı olmasına rağmen, günümüz toplumunda genellikle eksik veya yanlış bilgilerle tanınmaktadır. Bu bilgi kirliliği, Hristiyan inancının özünün ve temel öğretilerinin doğru bir şekilde anlaşılmasının önünde bir engel teşkil etmektedir. Bu makalenin amacı, Hristiyanlıkla ilgili yaygın bazı yanılgıları, teolojik ve tarihsel gerçekler ışığında aydınlatmaktır.
Kutsal Kitap’ın Doğası: Değiştirildi mi, Çelişkili mi?
Toplumda en sık karşılaşılan iddialardan biri, Kutsal Kitap’ın (Tevrat, Zebur ve İncil’den oluşan bütün) zaman içinde değiştirildiği veya tahrif edildiğidir. Bu iddia, hem teolojik hem de bilimsel açıdan dayanaktan yoksundur. Teolojik olarak, her şeye gücü yeten Tanrı’nın, kendi sözünü ve vahyini koruyamayacağını düşünmek, O’nun kudretine bir hakaret niteliği taşır. Bilimsel kanıtlar da bu teolojik gerçeği desteklemektedir. Örneğin, 1940’larda Lut Gölü yakınlarında keşfedilen ve M.Ö. 2. yüzyıla tarihlenen Kumran yazıtları, Eski Antlaşma metinlerinin günümüzdeki Kutsal Kitap ile neredeyse birebir aynı olduğunu göstermiştir. Benzer şekilde, Yeni Antlaşma’nın (İncil) M.S. 130 yılına ait en eski el yazması parçaları ve ikinci yüzyıldan itibaren yazılmış yüzlerce Grekçe nüsha, metnin tutarlılığını ve güvenilirliğini kanıtlamaktadır.
Bir diğer yanılgı ise “dört farklı İncil” olduğu ve bunların birbiriyle çeliştiği yönündedir. Aslında İncil, yani “Müjde”, tektir ve bu müjde İsa Mesih’in kendisidir. Kutsal Kitap’ın Yeni Antlaşma bölümünde yer alan Matta, Markos, Luka ve Yuhanna kitapçıkları, bu tek müjdenin dört farklı perspektiften anlatımıdır. Bunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün hayatını anlatan dört farklı tarihçiye benzetebiliriz: Biri onun askeri dehasını, diğeri sosyal reformlarını, bir başkası ise hitabet yeteneğini merkeze alarak bir biyografi yazabilir. Sonuçta ortaya çıkan dört metin, farklı detaylar ve vurgular içerse de hepsi aynı tarihi kişiliği anlatır ve hepsi de geçerlidir. İncil yazarları da benzer şekilde, İsa Mesih’in kimliğini ve mesajını farklı açılardan (Kral, Hizmetkâr, İnsanoğlu, Tanrı Oğlu) sunarak O’nun kişiliğinin bütüncül bir portresini çizerler. Bu dört anlatımın tamamı, Mesih’in çarmıhtaki ölümü ve ölümden dirilişi gibi temel olaylarda birleşir, çünkü Hristiyan inancının özü bu kurtarıcı olaydır.
Tanrı’nın Kimliği ve İsa Mesih’in Konumu
“Hristiyanlar üç tanrıya inanır” iddiası, belki de en temel yanlış anlamalardan biridir. Hristiyanlık, temelinde tek tanrılı bir dindir. Tarihin ilk dönemlerinde çok tanrılı Roma İmparatorluğu, tek ve görünmez bir Tanrı’ya inandıkları için Hristiyanları “ateist” (tanrısız) olarak suçlamıştır. Hristiyan teolojisi, Tanrı’nın birliğini “Teslis” veya “Üçlü Birlik” kavramıyla açıklar. Buna göre Tanrı, özünde bir olmakla birlikte, Baba, Oğul (Tanrı’nın Sözü olan İsa Mesih) ve Kutsal Ruh olmak üzere üç farklı şahısta kendini belli eder. Bu, üç ayrı Tanrı olduğu anlamına gelmez. Kutsal Kitap’ta Matta 28:19’da geçen “…onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin” ifadesi, “adlar” (çoğul) yerine “ad” (tekil) kelimesini kullanarak bu birliğe işaret eder.
İsa Mesih’in kimliği de sıkça tartışılan bir konudur. O’nun yalnızca bir peygamber olduğu iddiası, Hristiyan inancını eksik yansıtır. Kutsal Kitap’a göre İsa, bir peygamberden çok daha fazlasıdır; O, Tanrı tarafından seçilmiş olan “Mesih”, Tanrı’nın Oğlu ve Tanrı’nın beden almış Sözü’dür. İnsanlığın günahlarına kefaret olmak üzere çarmıhta ölen ve üçüncü gün ölümden dirilerek kurtuluşu sağlayan Rab’dir. Çarmıh hadisesinin yaşanmadığı veya ölenin İsa olmadığı gibi iddialar, hem Kutsal Kitap’ın baştan sona bildirdiği Tanrı’nın kurtarış planına hem de Romalı tarihçi Tacitus gibi Hristiyan olmayan tarihçilerin kayıtlarına aykırıdır.
Tarihsel Gerçekler: İznik Konsili ve Hristiyanlığın Kökenleri
Tarihsel olayların yanlış yorumlanması da kafa karışıklığına yol açmaktadır. Bunlardan en bilineni, M.S. 325’te toplanan İznik Konsili’nde İncillerin seçildiği ve diğerlerinin yok edildiği efsanesidir. Oysaki tarihsel belgeler, bu konsilin ana gündeminin İncil metinlerini seçmek olmadığını açıkça gösterir. Konsil, Arius adında bir din adamının İsa Mesih’in tanrılığını reddeden öğretilerini tartışmak ve bu konuda ortak bir iman açıklaması oluşturmak için toplanmıştır. Konsil, tartışmalarında zaten kiliseler tarafından kabul edilmiş ve kullanılan İncil metinlerini referans almıştır; yeni bir kitap seçimi veya tahrifat söz konusu olmamıştır.
Son olarak, Hristiyanlığın “Batı’ya ait” veya “ithal” bir din olduğu yanılgısını düzeltmek gerekir. Tarihsel gerçekler bunun tam tersini söylemektedir: Hristiyanlık bu topraklardan, yani Anadolu ve Ortadoğu’dan Batı’ya yayılmıştır. İlk kiliselerden biri Antakya’da kurulmuş ve İsa’nın takipçilerine ilk kez “Hristiyan” adı Antakya’da verilmiştir. Kutsal Kitap’ta Vahiy bölümünde bahsedilen yedi kilisenin tamamı (Efes, İzmir, Bergama vb.) bugünkü Türkiye topraklarındadır. Elçi Pavlus’un müjdeleme yolculuklarının büyük bir kısmı Anadolu’da geçmiş, Yeni Antlaşma’daki mektupların çoğu (Galatyalılar, Efesliler, Koloseliler) buradaki topluluklara yazılmıştır. Bu nedenle Hristiyanlık, bu toprakların ayrılmaz bir manevi ve tarihi parçasıdır.
Bu temel yanlış anlamaları düzelterek Hristiyan inancını daha doğru bir zeminde anlamak, hem farklı inançlara saygı duymak hem de kendi kültürel ve tarihi mirasımızı daha derinden kavramak adına önemli bir adımdır. İnancın özü, karmaşık komplo teorilerinde değil, Tanrı’nın insanlık için hazırladığı ve İsa Mesih’in yaşamı, ölümü ve dirilişiyle açıkça ortaya koyduğu basit ve güçlü kurtuluş mesajında yatmaktadır.