Elimizdeki İncil Ne Kadar Güvenilir? Yeni Antlaşma’nın Tarihsel Yolculuğu

Hristiyan inancının temelini oluşturan Yeni Antlaşma, yaklaşık iki bin yıldır sayısız insana rehberlik etmiş, ilham vermiş ve yaşamlarını dönüştürmüş bir metinler bütünüdür. Peki, bugün elimizde tuttuğumuz bu metinlerin, ilk yazıldıkları dönemdeki asıllarına ne kadar sadık olduğunu nasıl bilebiliriz? Birinci yüzyılda kaleme alınmış bu yazıların, yüzyıllar süren kopyalama ve çeviri süreçlerinden sonra bize güvenilir bir şekilde ulaştığından emin olabilir miyiz? Bu sorular, sadece akademik bir meraktan ibaret değildir; inancımızın tarihsel temellerini anlamak için de büyük önem taşır. Bu makalede, Yeni Antlaşma metinlerinin günümüze uzanan yolculuğunu, eldeki kanıtlar ışığında inceleyeceğiz.

Sözden Yazıya: İlk Tanıklıkların Korunması

Her şeyden önce, Rab İsa Mesih’in kendisinin bir kitap yazmadığını hatırlamak önemlidir. O, mesajını sözel olarak iletmiş, öğrencilerini bu “İyi Haber”e tanıklık etmeleri için görevlendirmiştir. İsa’nın göğe alınmasından sonraki ilk yıllarda, bu tanıklıklar canlı ve güçlü bir sözlü gelenek aracılığıyla yayılmıştır. O dönemde, olayların görgü tanıkları hayattayken yazılı kayıtlara acil bir ihtiyaç duyulmuyordu.

Ancak ilk nesil elçiler ve görgü tanıkları vefat etmeye başlayınca, onların tanıklıklarının gelecek nesiller için kalıcı olarak korunması bir zorunluluk haline geldi. İşte bu noktada, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından kaleme alınan ve “İncil” olarak bildiğimiz dört temel anlatı ortaya çıktı. Bu metinler, hayal ürünü hikayeler değil, görgü tanıklarının ifadelerine ve titiz araştırmalara dayanan tarihsel kayıtlardır. Örneğin Luka, eserinin girişinde amacını “her şeyi ta başından beri yakından izlediğini” ve öğrendiklerinin doğruluğunu bilmesi için sıralı bir anlatım yazdığını belirtir. Bu yazılı kayıtlar, hala hayatta olan ve olayları bizzat yaşamış veya duymuş kişilerin varlığında oluşturulduğu için, bilinen gerçeklerden sapma lüksüne sahip değildi.

El Yazması Kanıtları: Zamana Meydan Okuyan Metinler

Yeni Antlaşma’nın güvenilirliğini destekleyen en güçlü kanıtlardan biri, elimizde bulunan el yazması kopyalarının hem sayısı hem de eskiliğidir. Antik döneme ait başka hiçbir eserin, Yeni Antlaşma ile karşılaştırılabilecek zenginlikte bir metinsel kanıtı yoktur. Günümüzde, tamamı veya bir kısmı korunmuş olan 5000’den fazla Grekçe (Yunanca) el yazması nüshası mevcuttur.

Bu kopyalardan bazıları, orijinal metinlerin yazılmasından çok kısa bir süre sonrasına aittir. Örneğin, Manchester’daki John Rylands Kütüphanesi’nde bulunan bir papirüs parçası (P52), Yuhanna İncili’nin bir kopyasına aittir ve milattan sonra 130-140 yıllarına tarihlenir. Bu, Yuhanna İncili’nin yazılmasından sadece birkaç on yıl sonrasına denk gelir ve bu metnin ne kadar hızlı bir şekilde yayıldığını gösterir; zira İncil Efes’te (İzmir yakınları) yazılmış, bu parça ise Mısır’da bulunmuştur.

Bunun yanı sıra, Chester Beatty ve Bodmer koleksiyonlarında bulunan papirüsler, ikinci ve üçüncü yüzyıllara ait olup İncillerin, Elçilerin İşleri’nin ve Pavlus’un mektuplarının büyük bölümlerini içerir. Bu papirüsler, dördüncü yüzyıla ait Kodeks Sinaitikus ve Kodeks Vatikanus gibi daha tam ve meşhur el yazmalarından bile daha eskidir ve metnin ilk yüzyıllardaki haline dair paha biçilmez tanıklardır. Bu kadar çok sayıda ve bu kadar erken döneme ait kopyanın varlığı, uzmanların metinleri karşılaştırarak ve analiz ederek orijinal metni son derece yüksek bir doğrulukla yeniden oluşturmasına olanak tanır.

Listenin Oluşumu: “Kanon” Nasıl Belirlendi?

Yaygın bir yanılgı, Yeni Antlaşma’yı oluşturan 27 kitabın listesinin, milattan sonra 325 yılında toplanan İznik Konsili gibi bir kurul tarafından belirlendiğidir. Oysa tarihsel gerçekler, sürecin tam tersi yönde işlediğini göstermektedir. İznik Konsili, hangi kitapların Kutsal Yazı olduğunu belirlemek için değil, zaten Kutsal Yazı olarak kabul edilen bu metinlere dayanarak teolojik bir konuyu (İsa’nın tanrılığını) netleştirmek için toplanmıştır.

Yeni Antlaşma kitaplarının listesi, yani “kanon” (Yunanca’da ‘ölçü’ veya ‘kural’ anlamına gelir), bir konsey veya bir papazlar kurulu kararıyla zorla kabul ettirilmiş değildir. Aksine, bu süreç organik bir tanınma süreciydi. İlk Hristiyan toplulukları, elçisel kökene sahip (yani bir elçi tarafından veya bir elçinin yakın çevresinden biri tarafından yazılmış), öğretileri tutarlı ve kiliselerde yaygın olarak okunan ve kabul gören kitapları doğal olarak diğerlerinden ayırdılar. İkinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde (yaklaşık M.S. 170), “Muratori Kanonu” adı verilen bir liste, bugün Yeni Antlaşma’da bulunan kitapların büyük çoğunluğunun zaten standart olarak kabul edildiğini göstermektedir. Bu kitaplar, sahip oldukları içsel yetki ve Tanrı ilhamı olduklarına dair taşıdıkları ruhsal güç sayesinde kendilerini kabul ettirmişlerdir.

Tarihin Tanıklığı: Hristiyan Olmayan Kaynaklar

Yeni Antlaşma’nın anlattığı temel olaylar, sadece Hristiyan kaynakları tarafından değil, aynı zamanda dönemin Hristiyan olmayan tarihçileri tarafından da doğrulanmaktadır. Romalı tarihçi Tacitus, M.S. 64 yılındaki büyük Roma yangınını anlatırken, İmparator Neron’un suçu “Hristiyanlar” olarak bilinen bir gruba attığını yazar. Tacitus, bu ismin kökenini açıklarken, “bu ismin geldiği Mesih’in, Tiberius’un hükümdarlığı sırasında vali Pontius Pilatus’un eliyle idam edildiğini” belirtir. Yahudi tarihçi Yosefus ve Bitinya valisi Plinius gibi diğer yazarlar da İsa’nın tarihsel varlığını, olağanüstü işler yaptığını ve ilk takipçilerinin O’na bir tanrı gibi tapındığını teyit eden bilgiler sunarlar. Bu dış kaynaklar, İncillerin anlattığı öykünün tarihsel bir zemine oturduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Sonuç

Yeni Antlaşma’nın günümüze ulaşan metni, tesadüflerin bir ürünü değildir. Sözlü tanıklıkların özenle yazıya geçirilmesi, antik dünya için eşi benzeri görülmemiş sayıda el yazması kopyasıyla desteklenmesi ve ilk topluluklar tarafından organik bir şekilde tanınarak bir araya getirilmesi, onun güvenilirliğinin temel direkleridir. Elimizdeki kanıtlar, bugün okuduğumuz Yeni Antlaşma’nın, ilk yüzyıldaki Hristiyanların okuduğu ve inandığı metinle özünde aynı olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır.

Ancak bu metnin amacı, sadece tarihsel bir belge olmakla sınırlı değildir. Yazar Yuhanna’nın da belirttiği gibi, bu metinlerin nihai bir hedefi vardır: “…bunlar, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman etmekle O’nun adıyla yaşama kavuşasınız diye yazılmıştır.” (Yuhanna 20:31). Dolayısıyla, Yeni Antlaşma’nın tarihsel güvenilirliği, bizi bu yaşam veren mesaja daha büyük bir güvenle kulak vermeye davet eder.