İsa’nın Öğrettiği Dua: Bir Ezberden Daha Fazlası
Hristiyan yaşamının merkezinde yer alan dua, çoğu zaman nasıl yapılacağı konusunda zihinlerde soru işaretleri bırakır. İsa’nın öğrencileri de benzer bir arayış içindeydiler. Her gün O’nunla birlikte olan, mucizelerine tanıklık eden ve öğretişlerini dinleyen bu insanlar, İsa’ya “Rab, bize dua etmeyi öğret” diye sordular. Onların bu talebi, İsa’nın gücünün, karakterinin ve Baba ile olan derin ilişkisinin kaynağının O’nun dua yaşamı olduğunu fark etmelerinden geliyordu. İsa’nın bu soruya cevabı, nesillerdir dillerden düşmeyen, ancak derinliği çoğu zaman gözden kaçırılan Rab’bin Duası oldu. Bu dua, ezberlenecek bir metinden öte, Tanrı ile ilişkimizin bir haritası, bir öncelikler beyanıdır.
Duanın Başlangıcı: Kime ve Nasıl Yaklaşıyoruz?
İsa, duanın nasıl yapılacağını öğretmeden önce, nasıl yapılmaması gerektiğini vurgular. Gösteriş için, başkaları tarafından görülmek amacıyla yapılan ikiyüzlü dualardan ve içeriği düşünülmeden, sihirli bir formül gibi tekrarlanan anlamsız (pagan) dualardan kaçınmamızı söyler. Dua, bir performans değil, samimi bir iletişimdir. İsa’nın öğrettiği dua modelinin başlangıcı bu samimiyetin zirvesidir: “Göklerdeki Babamız.”
Bugün bizim için sıradanlaşmış olabilen bu hitap, o dönem için devrim niteliğindeydi. Yapılan teolojik araştırmalar, İsa’dan önceki Yahudi geleneğinde Tanrı’ya doğrudan “Baba” diye hitap edilen bir duaya rastlanmadığını gösteriyor. Bu, Tanrı’nın İsrail’in “babası” olarak anılmadığı anlamına gelmez, ancak kişisel bir duada bu denli samimi bir hitap kullanılmıyordu. İsa, bu ifadeyle sadece kendisinin Tanrı ile olan eşsiz ilişkisini değil, aynı zamanda O’na iman edenlerin evlatlık ruhuyla (yani evlat edinilerek) Tanrı’nın ailesine kabul edildiklerini ve bu büyük ayrıcalığa sahip olduklarını gösterir. Bu nedenle “Babamız” dediğimiz her an, doğuştan sahip olmadığımız, Mesih aracılığıyla bize bahşedilen bu yakın ve değerli ilişkiyi hatırlarız.
Öncelik Sırası: Önce O’nun Adı, O’nun Krallığı, O’nun İsteği
Duanın ilk üç dileği, bizim ihtiyaçlarımıza değil, tamamen Tanrı’ya odaklıdır. Bu, duadaki doğru öncelik sırasını gösterir.
- “Adın kutsal kılınsın.” Bu bir durum tespiti değil, bir dilektir. “Tanrım, adın zaten kutsaldır” demekten çok, “Adının insanlar tarafından kutsal sayılmasını, O’na saygı ve hürmet gösterilmesini sağla” diye dua ederiz. Bir toplumda Tanrı’nın adına saygı gösterilmiyorsa, o toplumda O’nun krallığının gelmesi veya isteğinin yerine gelmesi beklenemez. Bu nedenle, Tanrı’nın karakterine duyulan derin saygı, ruhsal yaşamın başlangıç noktasıdır.
- “Krallığın gelsin.” Bu dilek, Tanrı’nın egemenliğinin yeryüzünde görünür hale gelmesi için bir çağrıdır. İsa Mesih’in gelişiyle Tanrı’nın krallığı zaten başlamıştır; İsa, “Tanrı’nın Krallığı yaklaştı” derken bu gerçeği müjdelemiştir. Bizler bu duayı ederken, bu krallığın hayatımızın her alanında (işimizde, ailemizde, ilişkilerimizde) etkin olmasını ve Mesih geri döndüğünde tam olarak gerçekleşmesini dileriz. Kilisenin görevi, bu görünmez krallığı yaşam tarzıyla görünür kılmaktır.
- “Yeryüzünde de gökte olduğu gibi senin isteğin olsun.” Burada kastedilen, Tanrı’nın her durumda zaten gerçekleşen egemen iradesi değil, O’nun buyruklarında ve yasasında açıkladığı “bildirilmiş” iradesidir. Gökte melekler ve kurtulmuş olanlar Tanrı’nın isteğini sorgusuzca ve sevinçle yerine getirirler. Bizler de yeryüzünde insanların O’nun iradesine aynı şekilde itaat etmesi ve bundan zevk alması için dua ederiz. Bu, aynı zamanda kendi hayatımızda, İsa’nın Getsemani Bahçesi’nde yaptığı gibi, “Benim değil, senin isteğin olsun” diyebilme teslimiyetini içerir.
İnsanî İhtiyaçlar: Günlük Güven ve Bağışlanma
Duanın odağı Tanrı’dan sonra bizim temel ihtiyaçlarımıza döner, ancak yine O’na bağlı bir perspektifle:
- “Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver.” Bu dilek, sadece yiyecek için değil, hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz her şey için Tanrı’nın sağlayıcılığına günlük olarak güvendiğimizi ifade eder. Haftalık veya aylık değil, “gündelik” ekmek istememiz, her gün O’na muhtaç olduğumuzu kabul etmemiz ve O’na olan bağımlılığımızı tazelememiz gerektiğini öğretir.
- “Bize borçlu olanları bağışladığımız gibi, sen de bizim borçlarımızı bağışla.” Günah, Kutsal Kitap’ta sıklıkla Tanrı’ya karşı bir “borç” olarak tanımlanır. Bu, bizim asla ödeyemeyeceğimiz ahlaki bir borçtur. Bu dileğin en çarpıcı kısmı ise içerdiği koşuldur. Tanrı’dan, başkalarını bağışladığımız ölçüde bizi bağışlamasını isteriz. Bu, bağışlanmayı hak ettiğimiz anlamına gelmez; aksine, Tanrı’nın bize gösterdiği lütfun büyüklüğünü anladığımızda, bizim de başkalarına karşı aynı şekilde merhametli olmamız gerektiğini kabul ettiğimiz anlamına gelir.
- “Ayartılmamıza izin verme. Kötü olandan bizi kurtar.” Bu, Tanrı’nın bizi ayarttığı anlamına gelmez, çünkü Kutsal Kitap Tanrı’nın kimseyi ayartmayacağını açıkça belirtir. Bu, “İmanımızın ağır bir şekilde sınanacağı durumlara düşmemize izin verme ve bizi ‘kötü olandan’, yani Şeytan’ın hilelerinden ve saldırılarından koru” diye bir yakarıştır.
Sonuç: Her Şey O’na Aittir
Dua, başladığı gibi biter: Odağı tekrar Tanrı’ya çevirerek. “Çünkü krallık, güç ve yücelik sonsuzlara dek senindir. Amin.” Bu son sözler, bir övgü (doksoloji) ifadesidir ve duamızın temelini oluşturan gerçeği teyit eder: Her şey O’na aittir. Egemenlik O’nundur, her şeyi yapmaya yeten güç O’nundur ve tüm yücelik yalnız O’na aittir. “Amin” kelimesi ise “Öyle olsun”, “Bu doğrudur” anlamına gelerek tüm bu dilek ve beyanları mühürler.
Sonuç olarak, Rab’bin Duası bize sadece ne söyleyeceğimizi değil, nasıl bir kalp ve zihinle Tanrı’ya yaklaşmamız gerektiğini öğreten ilahi bir modeldir. Önceliği Tanrı’nın yüceliğine verir, O’na olan tam bağımlılığımızı kabul eder ve O’nun lütfuyla yaşama arzumuzu dile getirir. Bu duayı her ettiğimizde, sadece kelimeleri değil, bu derin anlamları ve öncelikleri de yüreğimizde tazelemeliyiz.
Bu makale, R.C. Sproul‘un “Rabbin Duası / Prayer of the Lord” isimli kitabından derlenerek hazırlanmıştır.