İsa Mesih’in Çarmıhı: Bir Tarih ve İnanç Meselesi

Hristiyan inancının temel taşı, yaklaşık iki bin yıldır değişmeyen bir gerçeğe dayanır: İsa Mesih’in çarmıh üzerindeki ölümü ve üçüncü günde dirilişi. Bu olay, sadece tarihsel bir anı değil, aynı zamanda insanlığın kurtuluşu için Tanrı’nın ezeli planının merkezini oluşturur. Ancak bu temel inanç, kendisinden yaklaşık altı yüzyıl sonra ortaya çıkan İslam inancıyla temel bir farklılık gösterir. Kur’an, Nisa Suresi 157. ve 158. ayetlerde, İsa’nın çarmıha gerilmediğini ve öldürülmediğini, durumun onlara sadece öyle gösterildiğini ve Allah’ın O’nu kendi katına yükselttiğini belirtir. Bu durum, iki büyük dünya dininin teolojileri arasındaki en belirgin ayrım noktalarından birini teşkil eder.

Peki, bu iki farklı anlatı arasındaki temel fark nereden kaynaklanmaktadır? Mesele sadece tarihsel bir olayın farklı yorumlanması mıdır, yoksa daha derin teolojik anlamlar mı içermektedir?

Tarihsel Bir Gerçek Olarak Çarmıh

Teolojik tartışmaları bir kenara bıraktığımızda, Nasıralı İsa’nın Roma İmparatorluğu tarafından çarmıha gerilerek idam edilmesi, Hristiyan olsun ya da olmasın, antik tarihle ilgilenen pek çok tarihçi tarafından kabul edilen bir olgudur. Yeni Antlaşma’yı oluşturan İncil metinleri (Matta, Markos, Luka, Yuhanna), bu olayı detaylarıyla anlatan birincil kaynaklardır. Bu metinler, İsa’nın yaşamının son haftasına, yargılanmasına, çektiği acılara ve çarmıhtaki ölümüne önemli bir yer ayırır.

İslami yoruma göre ise çarmıhta yaşananlar bir yanılsamadan ibarettir. Yaygın inanışa göre, Tanrı, peygamberini böyle utanç verici bir ölümden korumak için onun yerine başka birini, belki de ona ihanet eden Yahuda İskariot’u veya çarmıhı taşımasına yardım eden Simun’u, İsa’ya benzeterek çarmıha gerilmesine izin vermiştir. Bu “yerine geçme” veya “benzetilme” teorisi, Tanrı’nın sadık bir elçisini koruma kudretini vurgular. Ancak bu yorum, masum birinin suçlu yerine ölmesi gibi ahlaki soruları da beraberinde getirmektedir.

Bir İnanç Meselesi Olarak Çarmıhın Anlamı

Hristiyanlık için İsa’nın ölümü, Tanrı’nın bir başarısızlığı veya engellenemeyen bir trajedisi değildir. Tam aksine, en başından beri ilahi planın bir parçasıdır. İsa, hizmeti boyunca defalarca acı çekmesi, ölmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini öğrencilerine bildirmiştir. O’nun için bu, Eski Antlaşma’da peygamberler aracılığıyla gölgeleri çizilen kurtuluş planının zirve noktasıydı. Yuhanna İncili’nde söylediği gibi, “yere düşüp ölmeyen buğday tanesi yalnız kalır. Ama ölürse, çok ürün verir” (Yuhanna 12:24). Bu edebi ve tarımsal benzetme, O’nun ölümünün aslında yeni ve sonsuz bir yaşam getirecek bir tohum olduğunu anlatır.

Elçi Pavlus, Hristiyan inancının özetini yaparken bu gerçeği merkeze koyar: “Mesih, Kutsal Yazılar uyarınca günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün dirildi” (1. Korintliler 15:3-4). Dolayısıyla çarmıh, bir utanç direği değil, Tanrı’nın zaferinin, sevgisinin ve adaletinin simgesidir. İnsanlığın günahlarının bedelinin ödendiği, Tanrı ile insan arasındaki engelin kaldırıldığı yerdir. İsa’nın ölümü, bir kaçış veya kurtarılış değil, bilinçli bir teslimiyettir. O, Göksel Babası’nın isteğine boyun eğerek, insanlık için kendisini bir fidye olarak sunan “İyi Çoban” ve “Tanrı Kuzusu”dur.

Söz ve Kurtarıcı Farkı

Bu noktada iki inanç arasındaki temel bir teolojik fark daha ortaya çıkar. Kur’an’a göre Tanrı, her millete kendi sözünü (vahiy) iletmesi için peygamberler göndermiştir. Bu modelde aslolan mesajdır, peygamber ise o mesajın taşıyıcısı, bir kanalıdır. Peygamberin korunması, mesajın korunması anlamına gelir.

Yeni Antlaşma ise İsa Mesih’i sadece Tanrı’dan bir mesaj getiren bir elçi olarak değil, bizzat “Tanrı’nın Sözü” (Logos) olarak tanıtır. Yuhanna İncili’nin başlangıcında ifade edildiği gibi, “Söz, beden olup aramızda yaşadı” (Yuhanna 1:14). O, mesajın kendisidir. Bu nedenle O’nun yaşamı, ölümü ve dirilişi, insanlığa sadece bir yol göstermekle kalmaz, aynı zamanda insanlığı kurtarır. O’nun ölümü, anlatının bir parçası değil, anlatının ta kendisidir.

Sonuç olarak, İsa’nın çarmıhtaki akıbetine dair bu iki farklı bakış açısı, basit bir tarihsel anlaşmazlıktan çok daha fazlasıdır. Bu, Tanrı’nın doğası, insanın kurtuluşu ve peygamberlik misyonunun amacına dair iki farklı teolojik anlayışın yansımasıdır. Bir yanda, peygamberini utanç verici bir sondan kurtaran bir Tanrı tasavvuru varken; diğer yanda, insanlığa olan sevgisini en zayıf ve kırılgan anda, yani çarmıh üzerinde, en güçlü şekilde gösteren bir Tanrı inancı bulunur. Hristiyan teolojisi için bu zirve noktası, Elçi Pavlus’un şu sözlerinde özetlenir: “Tanrı bize olan sevgisini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5:8).