Acının İçindeki Umut: Keder Yolculuğunu İsa’yla Yürümek

Hayat, en beklemediğimiz anlarda karşımıza çıkan kayıplarla doludur. Sevdiğimiz birinin vefatı, bir ilişkinin bitişi, bir işin kaybı ya da bir hayalin yıkılışı… Keder, türü ve boyutu ne olursa olsun, insan deneyiminin evrensel ve kaçınılmaz bir parçasıdır. Peki, merkezinde “Müjde” yani “İyi Haber” olan Hristiyan inancı, bu derin ve çoğu zaman boğucu olan acıyla nasıl bir ilişki kurar? İnancımız, yası ve kederi bastırmamız gereken bir zayıflık olarak mı görür, yoksa ona bir anlam ve yer mi verir?

Bu soruların cevabını bulmak için yüzümüzü, Kutsal Kitap’ın en dokunaklı ve en gizemli figürlerinden birine çevirmemiz gerekir: Yeşaya peygamberin yüzyıllar öncesinden haber verdiği “Acılar Adamı” olan İsa Mesih. İsa, acılarımızı uzaktan izleyen, teorik olarak anlayan bir Tanrı değildir. O, “hastalığı yakından tanıyan”, insanlarca hor görülüp yapayalnız bırakılan, kederin ne olduğunu bizzat yaşamış olandır. Dolayısıyla, bir Hristiyan için keder yolculuğu, yalnız çıkılan bir yol değildir; bu, her adımını bizden önce atmış olan şefkatli bir Kurtarıcı ile birlikte yürümektir.

Kederlenmeye İzin Vermek: Gözyaşlarının Kutsallığı

Modern kültür ve hatta bazen dindar çevreler, acıyı bir an önce “aşılması” gereken bir sorun gibi görebilir. Oysa Kutsal Kitap, bize acımızla dürüstçe yüzleşmemiz için alan tanır. Tanrı, yaşadığımız kayıp karşısında “hiçbir şey olmamış gibi” davranmamızı beklemez. Aksine, Kutsal Kitap’ta “ağıt” olarak adlandırılan ve Tanrı’ya acıyı, şikâyeti ve hatta öfkeyi dürüstçe ifade etmeyi içeren dualarla doludur.

İsa’nın yaşamı, bu dürüstlüğün en somut örneğidir. O, ahlaksızlıkla suçlanan bir aileye, mütevazı bir yemliğe, “karanlıkta ve ölümün gölgesinde yaşayan” bir dünyaya doğdu. Kendi halkı tarafından reddedilmenin acısını yaşadı ve en yakın arkadaşı Lazar’ın mezarı başında, Kutsal Kitap’ın en kısa ve en güçlü ayetlerinden birinde belirtildiği gibi, açıkça “ağladı.” İsa’nın bu gözyaşları, kederlenmenin insani ve günahsız bir tepki olduğunun, acı çekmenin normal olduğunun ilahi onayıdır. Tanrı, gözyaşlarımızdan utanmaz; O, bizimle birlikte kederlenir.

Keder ve Umudun Paradoksu: Çarmıhın Merceğinden Bakmak

Kederlenmek meşru ve gerekliyse de, Hristiyan inancı bizi umutsuzluğun tabutunda bırakmaz. Elçi Pavlus’un ifade ettiği gibi, bizler “umudu olmayanlar gibi” kederlenmeyiz. Bu, acımızı inkâr ettiğimiz anlamına gelmez. Bu, acımızın öykünün tamamı olmadığını bildiğimiz anlamına gelir. Kederimiz, “yücelikle sarmalanmış” bir kederdir.

Bu umudun kaynağı nedir? Tek bir kelimeyle: Diriliş. İsa’nın hayatındaki en karanlık an olan çarmıh, son söz değildi. Tanrı, ölümü yaşamla yendi. Pavlus’un dediği gibi, hayat dayanılmaz bir yük haline geldiğinde ve yaşamaktan bile umudumuzu kestiğimizde, bu durum “kendimize değil, ölüleri dirilten Tanrı’ya güvenmemiz için” bir fırsata dönüşür.

Bu, hayatımızı ve özellikle de acılarımızı “çarmıhın merceğinden” yorumlamayı öğrenmektir. Çarmıh, Tanrı’nın sevgisinin bu bozulmuş dünyadaki en derin acıyla buluştuğu yerdir. O, acıyı yok saymaz ama onu daha büyük bir kurtuluş öyküsü içine yerleştirerek anlamını dönüştürür. Gözlerimiz sadece kaybımıza odaklandığında körleşebiliriz, ancak Kutsal Yazılar’ın ışığında acı çeken ve ardından yüceltilen Kurtarıcı’yı gördüğümüzde, gözlerimiz açılır.

Kederin Dönüştürücü Gücü: Yaralardan Yeşeren Hizmet

İsa ile çıkılan bu keder yolculuğu, bizi sadece kişisel teselliye ulaştırmakla kalmaz; aynı zamanda bizi başkaları için birer umut ve teselli kaynağına dönüştürür. Tanrı’dan aldığımız teselliyle başkalarını teselli edebilme gücüne kavuşuruz. Yaralarımız, başkalarının yaralarını anlayan ve onlara şefkatle dokunan birer kanala dönüşür. Bu, kaybın ortasında sevebilmenin doğaüstü gücüdür. Kalbimiz kırıldığında, acı çeken Çobanımız İsa’ya yöneliriz ve O’ndan aldığımız güçle, biz de etrafımızdakilere çobanlık yapabiliriz.

Nihayetinde, öykümüz bu dünyada bitmiyor. İsa’nın göğe alınması ve bir gün geri döneceğine dair vaadi, şimdiki acılarımızı sonsuz bir perspektife oturtur. Öykünün sonunda, Tanrı’nın kendisinin “gözlerimizden bütün yaşları sileceği” bir gerçeklik vardır. O gün “artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen ortadan kalktı.”

Bu nihai umut, bugünkü acımızı sihirli bir şekilde ortadan kaldırmaz. Ancak bu umut, en karanlık vadilerden geçerken bile yolumuzu aydınlatan bir ışık, yüreğimiz sıkıldığında bize cesaret veren bir vaattir. Keder, İsa ile birlikte yüründüğünde, bir son değil, O’nun benzerliğine dönüştüğümüz, O’nun şefkatini öğrendiğimiz ve nihayetinde O’nun zaferine ortak olduğumuz kutsal bir yolculuktur.

Bu makale, Bob Kellemen‘in “Keder: İsa’yla Yürümek / Grief: Walking with Jesus” isimli kitabından derlenerek hazırlanmıştır.